Friday, July 20, 2007

Blogger tatili






Aslı biliyor, geçen hafta minik bir tatil yapmak istedik, haftadan biraz çalıp haftasonunu biraz uzatıp Almanların "langes Wochenende" dedikleri türden. Gittiğimiz yer İstanbul'a yakın olsun istiyorduk, hemen Aslı'ya akıl danıştım, sağolsun bana uzun uzun gidebileceğimiz yerleri anlattı.


Bikinilerimden çok sıkılmıştım, kıyafet alışverişi yapmayı, çeşit çeşit giyinmeyi çok seven ama kıyafete asla çok para harcamayan bir insan olarak, bir avuç bikiniye servet dökme niyetinde de değildim. Aslıberry bilmiyor, onun şu yazısını okuyunca, hemen en yakın "T-box"çuya gittim. Bir bikinin yarı fiyatına 2 adet bikini ve bir adet bikini üstüne giyilen ne denir bilemediğim şeylerden kaptım geldim.

Tatilimiz kısaydı, ben denize girip bir daha çıkmayayım istiyordum, yani denizin kumlu değil taşlı, sıcak değil soğuk ve de dalgasız dümdüz olması gerekiyordu, bütçemiz belliydi, gideceğimiz yer çocuklara uygun olmalıydı, Denizanası'nın bu yazısını görünce, istikamet Gümüldür oldu. Kendisi biliyor da olabilir bilmiyor da, aynı sürelerde orada bulunduk, beni görmüş olması kuvvetle muhtemel.

Özetle, diyeceğim o ki, bloggerın tatili bir başka oluyor, blog arkadaşları ona "yardım" deyince hemen elini uzatıyor, hiç aklına gelmeyen şeyler aklına geliyor, hiç bilmediği yerlere gidiyor, hepsi de blog arkadaşları sayesinde oluyor.

Not 1: Tatil güzeldi, vallahi ellerim buruşana kadar denizde kaldım, öylesine muhteşemdi deniz, Nazlı da kolluklarıyla ördek yavruları gibi peşimden geldi, tatil köyünün ortasındaki kocaman "trombel"de (yani trombolin) zıp zıp zıpladı, yemeklerden pek haz etmedi, kendine bir sevgili buldu (damadın adı Atay), ben de kendime bir arkadaş buldum, 75 yaşındaydı kendisi, bir sürü arkadaş dediğim insandan daha iyi anlaştık kendisiyle, bol bol okudum ben yine, Sula diye bir kitap okudum, tavsiye ederim, kitap Birinci Dünya Savaşı'nda sonraki zenci Amerikası ile alakalı ama ben kendi adıma bir kadın olarak çok önemli mesajlar çıkardım kadın/anne/birey olmaya dair, İzmir'e de gittik, ben İzmir'de yaşamak istiyorum, kesin karar verdim, dönüş yolu ise tam bir kabustu. Resim derseniz, yok, ben resim çekme görevini Hakan'a devrettim, sonuç işte ortada.

Not 2: Yukarıdaki şarkı da neyin nesi derseniz, hani bir tartışma var ya son zamanlar da, yok bakkal müziği, yok çakkal müziği diye, ben de tartışmaya kendi çapımda katılayım dedim. Gerçekten de şarkıların bazıları dayanılmaz, hep aynı melodiler, hep aynı sözler, ne dersiniz adına bilemiyorum, bakkal müziği, çakkal müziği ama gerçekten dinlenecek gibi değil. Ama yukarıdaki şarkıyı çok seviyorum, Göksel'i çok seviyorum zaten, demek istiyorum ki, süpermarket müziği yapmak için illaki de elektrik-eletronik mühendisi olmak gerekmiyor.

Tuesday, July 10, 2007

Son sardunyalar








Güldüğüm ama çok çok güldüğüm bir zaman vardı.

Hiçbir derdim, tasam olmadan yaşadığım.

Hayatı eğlence olarak gördüğüm.

Çok da eğlendiğim.


Kısacası genç olduğum, çocuk olduğum.

Herkes gibi.


Bu çocukluk, bu gençlik tam olarak ne zaman biter.


Sınırsız gülmeler hangi dakika, hangi saniye yerini endişelere, sorumluluklara bırakmaya başlar.


Hiçbir şeyin eski tadı kalmadı artık duygusu insanın içine tam olarak ne zaman yerleşir.


Pek azımız fark edebiliriz bunu.


Birgün bir bakarız, artık büyümüşüzdür, hayat aslında bayram değildir, en sıkı sarıldığımız arkadaşların yerinde yeller esiyordur, yerlerini belki de başkaları almıştır, eskileri gibi olmasa da, hiçbir şey ama hiçbir şey eskisi gibi olmasa da... Hayat devam etmektedir.


Ne zaman, nasıl büyüdüğümüzü fark edemediğimizden belki de, çok koymaz çoğumuza gençliğimizi, çocukluğumuzu, kayıtsız şartsız kahkahalarımızı yitirmek... Yeni hayatımızı kabulleniriz, zaman zaman eskiyi ararız, özleriz ama bir şekilde yenin de tadını çıkarmasını öğreniriz.


Eğer ne zaman ve nasıl büyüdüğümüzü fark etmediysek, eğer gençliğin hayal aleminden, hayatın gerçeklerine geçiş kendini hissettirmemişse...


Ama eğer hissettirirse.


Yani bir gece hayal aleminde yatıp, bir sabah hayatın gerçeklerine uyanırsanız.


Uyandığınızda artık eskisi gibi gülmenizin, hayata eskisi gibi toz pembe gözlüklerle bakmanızın mümkün olmadığını fark ederseniz...

Benim çocukluğum, benim gençliğim, benim kayıtsız şartsız kahkahalarım şehir içinde son sürat giden, arabasının kontrolünü kaybedip karşı şeritte, hiçbir şeyden habersiz evine gitmeye çalışan Elifim'in kafasına uçan bir araba sayesinde son buldu, ya da zaten son bulmuştu da ben o zaman herşeyin farkına vardım.

Elif gittiğinden beri, bu şekilde gittiğinden beri, hiçbir şey aynı değil sanki, hala çok gülsem de çok konuşsam da, birşey hep eksik...

Kahkahalarımın, bitmez tükenmez hikayelerimin gözlerinin içi gülen ortağı eksik...

Kalbinin iyiliği yüzüne yansımış canım arkadaşım eksik.

Sen gittin gideli Elif, seni düşünmeden bir günüm geçmedi.

Önceleri daha çok, şimdi daha az, önceleri ağlayarak, şimdi hafiften içim sızlayarak.

Evlendim, kızım oldu, kızımın adını Elif koymak istedim, sana kızımı anlatmak istedim, acaba kızımı sever miydin çok merak ettim, her gününü beraber geçirdiğimiz son yaz tatilinden sonra kendi hayatlarımıza dalar da birbirimizi ihmal eder miydik, yoksa study'de, manzarada, bizim evde, benim seni zorla uyandırıp sınava soktuğum zaman olduğu gibi o gülen halimizle mi kalırdık kendi kendime hep sordum. Sen gidince o günler de öyle dondu kaldı, hayatımın o dönemi öyle dondu kaldı, kabul etmesi çok zor oldu benim için.

Nereden çıktı şimdi tüm bunlar kızım ya mı diyorsun bana.

Yaşasaydın, 31 yaşına basacaktın ya, 25 Haziran doğumgününündü ya, oradan çıktı. Unuttum mu sandın, hiç unutmadım, bana gel dedin rüyamda, gelemedim, yapamadım ama doğumgününü hep kutladım.

Doğumgünün kutlu olsun canım arkadaşım.

Not: OHY iyi, kızımın adı Nazlı.