Sunday, June 17, 2007

Babalar günü yazısı

Doğrudur.


Annelik bir mucizedir.


Bir hücreden insana dönüşen bir varlığı içinde büyütmek bir mucizedir.


Onu dışarı çıkmasına aracı olmak bir mucizedir.


Onu kendi sütünle beslemek bir mucizedir.


Onu herkesten, herşeyden çok sevmek bir mucizedir.


Onun seni hiçbir karşılık beklemeden sevmesi bir mucizedir.


Ona zarar gelmesin, o mutlu, huzurlu, sağlıklı olsun diye gece gündüz çabalamak, her türlü fedakarlığı göze almak bir mucizedir.


Ama bir o kadar da doğaldır.


İçimizde vardır yani.


En istemeyen, çocuk sevmeyen kadın bile içinde bir bebeğin büyüdüğünü hissettikten sonra, onu dünyaya getirdikten sonra, onunla göz göze gelip, onun sıcaklığını hissettikten sonra, kendini annelik mucizesine kaptırıverir.


İlk defa da olsa, sanki bunu daha önce defalarca yapmış gibi; ben yapamam dese de, sanki hayatı boyunca bir bebeğin annesi olmuş gibi.


Hepimizin içinde vardır annelik. Hissetmeyiz, fark etmeyiz, hissetmek ve fark etmek istemeyiz, o başka. Ama annelik bir kadın için hava, su, toprak kadar doğaldır.


Babalık öyle değildir.


Baba doğulmaz, olunur.


Çünkü baba ile bebek arasında, anne ile bebek arasında ta en başından beri olan fiziksel bağ eksiktir.


Bebek daha doğduğu zaman annesinin kokusunu bilir.


Onun sıcaklığını arar.


Ama baba onun için adeta bir yabancıdır.


Baba için de bebek yabancıdır.


Onun hareketlerini anne gibi hissetmemiştir.


Onu kanıyla canıyla beslememiştir.


Babayla bebeğin ilişkisi gerçek anlamda bebek dünyaya geldikten sonra başlar.


Anneyle bebeğin ilişkisi biraz içgüdü ile, çokça da beslemenin, uyutmanın, sürekli kucak kucağa olmanın yardımıyla doğal ve engellenemez bir şekilde gelişirken, babayla bebeğin ilişkisi daha çok emek ister. Babanın emeğini. Çünkü babalık annelik kadar biyolojik, annelik kadar olağan değildir.


O yüzden bence babalık annelikten daha büyük bir mucizedir.


Baba olmayı başarabilmek, anne olmayı başarabilmekten daha zor olduğu için.


Babalık, annelik kadar, anneyle bebeğin arasında olduğu kadar fiziksel bir yakınlığa dayanmadığı için.


Babalık annelik kadar doğal olmadığı için.


Ben geçtiğimiz iki buçuk sene boyunca inanılmaz bir babalık mucizesine şahit oldum.


Kendini baba olarak göremeyen, babalıktan adeta korkan bir insanın, dünyanın en sevgi dolu, en şefkatli babasına dönüşmesini günbegün seyrettim. Kızını ürkerek kucağına aldığı ilk andan, geceleri onunla koyun koyuna uyamaya başladığı şu ana kadar.


Kendi anneliğimde pek çok kusur bulabilirim, buluyorum da, ama kızım için daha iyi bir baba hayal edemezdim.


İşte bu yüzden, ben bu Babalar Günü'nü kızımın babasına teşekkür etmek için bir fırsat olarak kullanmak istiyorum.


Teşekkür ederim, kızıma bu kadar iyi babalık yaptığın ve bana babalık mucizesini yaşattığın için...


Babalar Günün kutlu olsun.

Saturday, June 9, 2007

Evlilik Yıldönümü Yazısı




Bugün bizim evlilik yıldönümümüz. Altıncısı.

Yukarıdaki şarkı, bizim düğün yemeğimizde dans ettiğimiz şarkı.

Bu şarkıyı seçerken çok uğraşmıştım ben, Hakan için her zaman olduğu gibi, durum "sen nasıl istersen canım" niteliği taşımaktaydı. Ben ise, düğünün hiçbir ayrıntısına çok fazla çaba harcamamakla beraber, dans edeceğimiz parçaya çok önem vermiştim.

İstedim ki düğünümüzde, herkes bize bakarken dans ettiğimiz şarkı, ilişkimizi en doğru anlatan, en doğru özetleyen şarkı olsun. Neden birlikteyiz, neden evleniyoruz, neden birlikte bir ömür geçirmeye karar verdik, herkes anlasın.

Ben Hakan'ı neden bu kadar çok sevdim, ayrıldığımız zamanlarda neden yemeden içmeden kesildim, o master yapmaya Amerika'ya gittiğinde tam bir sene onu hiç görmemecesine onu beklemeye neden katlandım, neden gözden ırak olan gönülden de ırak olur diyemedim, neden her Allah'ın günü ona mektup yazdım, neden herkes dersten sonra kantine ya da manzaraya giderken ben ona e-mail yazabilmek için bilgisayar salonuna koştum, neden hayatımdaki her önemli adımdan önce onun desteğini, onun bana yardım eden elini aradım, neden istisnasız her konuda hep "Hakan'a da bir sorayım" dedim ve bundan asla gocunmadım, neden onun onayını almadan birşey yaparsam işlerimin yolunda gitmeyeceğini hissettim, başkalarının gözlerini kırpmadan üstüne atlayacakları fırsatları Hakan'dan çok uzak kalma korkusuyla nasıl geri teptim...

Bunların hepsini bir şarkıyla anlatabileyim istedim.

Her ne kadar romantik komedileri çok sevsem de ve şarkımızı çok sevdiğim bir romantik komedi filminin müziğinden seçmiş olsam da toplam 15 senelik beraberlik, 6 senelik evlilikten sonra anlamış bulunuyorum ki romatizm bizim için sadece filmlerde kalmaya mahkum olan bir hoşluk. Her sene hayalini kurduğum mum ışığında yemek yediğimiz, benim çok güzel ve seksi giyindiğim, Hakan'ın gözlerimin içine bakarak hiçbir şey söylemeden beni dansa kaldırdığı yıldönümü kutlamaları bizim ilişkimizin gerçeklerine çok uzak. Bunların yerine, benim gardrobumun yarısını kaplayan kot eteklerimden birini giyip gittiğim, çatlayana kadar yemek yediğimiz, bunca senedir tanıdığım sevgilimin tam olarak ne iş yaptığını hala anlayamamış olduğum gerçeğine kahkahalarla güldüğümüz, sonra elele tutuşup kızımızı babaannesinden almaya gittiğimiz, o uyuduktan sonra, birimiz bir kanepede öbürümüz öteki kanepede mayıştığımız yıldönümü kutlamaları var.

Ve ben bu sene fark ettim ki, bundan hiç de şikayetçi değilim. Hakan'ı sevmekten, Hakan'ı sevdiğim şekilde sevmiş olmaktan, onun beni tıpkı şarkımızdaki gibi sevmesinden çok memnunum.

Evlilik yıldönümümüz kutlu olsun, hem de hep böyle, bizim istediğimiz gibi, bizim içimizden geldiği gibi, nasılsak öyle. Başkası bize olmaz, uymaz çünkü; bizim ilişkimiz de böyle çünkü...

Monday, June 4, 2007

Sunday, June 3, 2007

Secret

Hayatımda hiç nasıl mutlu olunur, iş dünyasında başarılı olmanın 50 yolu vs. tarzı kitaplar okumadım.

Hayat felsefesi ile alakalı olan hiçbir şey ilgimi çekmedi.

Belimdeki rahatsızlıktan dolayı, doktor tavsiyesi ile başladığım ve çok sevdiğim yoganın bile felsefik kısmını sürekli es geçtim.

Dahası, böyle şeylerle ilgilenen insanları hiç anlamadım, onları eleştirdim, hatta onlarla için için dalga geçtim.

Ta ki, hayatımın gidişatından çok da memnun olmadığım bir noktaya gelene kadar.

Hem de istediğim herşeyi elde ettiğim, çok da mutlu olmam gerektiği halde.

Dün Hürriyet'te bu röportajı okudum.

Ve kafamda bir ışık çaktı.

Yoksa mutsuzluğu çağıran ben miydim? Kendimi sürekli kötü hissederek, mutsuzluğa ben mi davetiye çıkarıyordum?

Hemen sözü geçen bu kitabı aldım.

Ve hayatımda ilk defa hayat felsefesiyle alakalı bir kitap okudum.

İçin için bildiğim herşeyi bir de kitaba onaylattım.

Mutluluk dediğin şeyi kendin yaratıyordun, tabii mutsuzluğu da. İstediğim zaman mutlu olmak benim elimdeydi. Tabii mutsuz da. Yani ben mutsuz olmak istediğim için mutsuz oluyordum.

Dehşete kapıldım, ben deli miyim dedim, hemen silkelendim ve kendime geldim.

Kitabı size de tavsiye ederim.

Her ne kadar, kitabın, mutluluğu para, başarılı kariyer, zayıf olmak, aşkta istediğini elde etmek olarak formüle etmiş olması beni rahatsız etse de, şunları şunları yap tüm bunları elde et şeklinde özetlenebilecek olan tarzını beğenmemiş olsam da, mutlu olma sanatına güzel bir başlangıç olabilir bu kitap. Yani bir nevi "happiness for dummies" kitabı bu.

Ben şahsen bu kitabı bir başlangıç kabul ediyor, kitaptaki sırrı yüzyıllar önce keşfetmiş olan Rumi'ye yönelmeye karar vermiş bulunuyorum.

Ve yazımı Rumi'nin, Haşmet Babaoğlu tarafından (Allah'ım neler oluyor bana, Haşmet Babaoğlu'nu referans gösterecek kadar iyimser bir ruh halindeyim) gündeme getirilmiş olan şu sözleriyle bitiriyorum:


"Sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünür, gülistan olursun. Diken düşünür, dikenlik olursun"