Tuesday, August 21, 2007

Adile Abla, yuvana geri dön




Büyük Türk kadın düşünürlerden biri olan annem "ev işi nankördür" der hep. Diğer bir büyük Türk kadın düşünürü olan Binnur ise "ev işi, içinde yaşanan bir evi içinde hiç kimse yaşamıyormuş gibi gösterme sanatıdır" diyerek olaya farklı bir bakış açısı getirmiştir.

Ben ise bu iki büyük düşünüre de hak vermekteyimdir. Ev işi çekilecek dert değildir. Hele ki, sizin binbir zahmet topladığınız evin en fazla yarım saat içinde dağılacağını; temiz pak ütüleyip giydirdiğiniz kıyafetlerin beş dakika içerisinde kim bilir hangi yemeğin lekeleri, hangi tozlu topraklı parkların izleriyle dolacağını bilmek, insanın ev işine karşı olan motivasyonunu ve sevgisini minimuma indirgemektedir.

İşin aslı, ben ev işini hiçbir zaman sevmedim. Ne evlenmeden önce annem benden-kırk yılda bir de olsa-odamı toplamamı rica ettiğinde, ne de evlendikten sonra iş başa düşünce...

Amerika'da yaşarken, orada gündelikçi kadın kavramı buradaki kadar yaygın olmadığından, mecburen temizlik, çamaşır, ütü, Allah ne verdiyse hepsini kendim yapıyordum. Vaktim dardı ama evim de küçüktü, bir salon bir yatak odası, bir banyodan ibaretti. Annemden gördüğüm üzere her yeri "şartlasam" da işim en fazla 3 saat içinde biterdi.

Buraya taşınınca, tabii, iş değişti. Bir kere ev daha büyüktü. Amerika'da "bizim komşu camın dışına çıkmış bir takım tuhaf hareketler yapıyor" diye 911'i ararlar korkusuyla, cam falan silmezken, burada sırf sosyal (yani anne-kayınvalide) baskısı/dırdırı yüzünden camları silmek gerekmekteydi, bir de Nazlı'ya hamile kalmamın akabinde evde yapılan tadilatın pisliğini tek başıma bertaraf edemeyeceğim gerçeği ile karşılaşınca, bir yardımcıya ihtiyacım olduğunu kabul etmem gerekti. Ve Adile Abla hayatımıza işte böyle girdi.

Benim gibi hayatına başkalarını sokma konusunda direnç gösteren birisi için Adile Abla'yı hayatımızın doğal bir parçası haline getirmek hiç de kolay olmadı. Bir kere, benim "aman da benim düzenim" takıntım o zaman da had safhadaydı. Ve Adile Abla, oldukça nev-i şahsına münhasırdı.

İlk zamanlarda kendisine neden saat tam 9'da gelmesi gerektiğini anlatmam çok zor oldu. Ben sabah yürüyüşüme o saatte çıkıyordum çünkü, 5 dakika önce veya sonra benim için çok fark ederdi. Ayrıca ben öğlen yemeğini saat 2'den önce muhakkak yemiş olmalıydım, onun ise eli o kadar ağır o kadar ağırdı ki, benim istediğim saate kadar daha işe hazırlık safhasını anca bitirmiş olduğundan, kendini yemek yemeğe hazır hissetmiyordu. Nazlı doğduktan sonra ise bu düzen olayı iyice karman çorman bir hal aldı ki, ne siz sorun, ne ben anlatayım. Netice de Adile Abla bana uyum sağladı, ben de biraz ona...

Adile Abla'nın hastalık hastası olması gerçeğini kabullenmem ise daha uzun bir zaman aldı. Kendisi aynı zamanda hem guatr hastası, hem alerjik astım; hem syatiği var, hem kronik bronşiti; belinde disk kayması var, midesi rahatsız, böbrekleri ve karaciğeri kim bilir ne alemde... Bu civarda gitmediği hastane, görmediği doktor, yaptırmadığı test yok. Hergün aldığı ilaçlarla küçük bir eczane açılır. Ve en kötüsü, karşısında kim olursa olsun, hastalıklarını anlatmaya bayılır.

Zamanla, ben Adile Abla'nın hastalıklarını dinlemeye alıştım ve de "Adile Abla bunlar sakın psikolojik olmasın, yorgunluktan kaynaklanmasın" dememeyi öğrendim. Tüm bu hastalıkların 25 senelik evliliklerinin ilk zamanlarında ona fiziksel ve ruhen işkence eden bir kocanın, ona hayatı dar etmiş bir kaynananın, her Allah'ın günü saatlerce çalışmasına rağmen elindeki yegane birikimle kocasının kendisine araba almış olmasının, bir kaza sonucu kasığına saplanan, yumurtalıklarını parçalayıp onu ömür boyu çocuksuz bırakan bir kurşunun duygusal neticesi olduğuna yürekten inansam da, o ne zaman hastalıklarından bahsetmeye başlasa "vah vah, yazık sana Adile Ablam" demeye alıştım.

O da, aklı fikri o kimdir, bu nedir, terördür, savaştır, gibi konularda olan benim, sırf Tunceli'li Alevi bir Zaza olduğu için, kendisine defalarca sorduğum "neden Adile Abla, nasıl Adile Abla, terörden nasıl kaçtınız Adile Abla, Türkçe'yi ne zaman öğrendin Adile Abla" tarzı sorularıma sabırla cevap vermeye alıştı.

Gelin görün ki, ben onun her sene bir aylığına kocasının memleketi Erzincan'a tatile gitmesine bir türlü alışamadım.

Hayatıma bir yabancıyı nasıl sokarım derken, Adile Abla o kadar elim ayağım oldu ki, o ne zaman gitse, ben sudan çıkmış balığa döndüm.

O yüzden kendisine buradan açık bir çağrı yapıyor ve yukarıdaki şarkıyı ona ithaf ediyorum. Adile Abla, sensiz olmuyor, bu ev senin yardımın olmadan kontrol altına alınamıyor, bu Nihan sensiz Hakan'ın-Nazlı'nın çamaşırına yetişemiyor. Yuvana geri dön Adile Abla, hem de hemen...

7 comments:

Binnur A. Ö. said...

:)
ay yuzumde guller actı benden bir alıntı gorunce.
ustelik bir de espri de olsa yakıstırdıgın sıfat da yani unutulmaz.
eksik olma bir başka büyük Türk kadını :)

Nihan said...

Binnur,
Esprili bir şekilde yazdım evet ama gerçekten inanıyorum düşünür olduğumuza, yoksa ne işimiz var bloglarla değil mi?

ASKIM NAZ YILDIZ said...

Merhaba Nihan,
Buralarda durum aynen anlattigin gibi. Oralarda da birini bulup alismak ve sonra onsuz yapamamak kotu ama ev isi denen canavar bir sekilde bitirilmek zorunda...
Ne diyelim; umarim koca bir Erzincan tulumu ile bir an once sana doner...

YILDIZNAF said...

Merhaba yine,
Yanlislikla kizimin cizim sitesinden sseslenmisim sana.Yukaridaki yazi bana ait yani:)
Merakli Ordek'in annesi

Nihan said...

Yildiznaf,
Bu sayede kizinin da sayfasina bakma sansim oldu, ne guzel. Bakalim merakla bekliyoruz kendisini.

denizanasi said...

:) benimki de uzaklara taşındı. ben de aynen boyle bir cagrıda bulunuyorum. ama duyan yok henüz :(

k.i.s.d. said...

ben de adile abla veya muadili bir abla istiyorum, lüffen:)