Birkaç ay önce Rosanna Arquette'in hazırladığı Hollywood'daki kadın oyuncuların karşılaştıkları zorlukları anlatan bir belgesel olan "Searching for Debra Winger" isimli belgeseli seyrettim. Rosanna Arquette, çok gelecek vaadeden, Oscar'a aday gösterilmiş, en az Oscar kadar önemli pek çok ödül almış bir oyuncu olan Debra Winger'ın, 90'ların ortasından sonra neden ortadan kaybolduğunu merak ediyor ve öğreniyor ki, Debra Winger film piyasasından elini ayağını çekip, eviyle ve çocuklarıyla uğraşmaya karar vermiş. Kendisi de ev-çocuk-kariyer üçgeninde bir denge kurma konusunda binbir zorlukla karşılaşan Arquette, bu konuyu irdelemeye karar veriyor ve görüyor ki, bir sürü yetenekli, çok başarılı, hatta çok tanınmış kadın oyuncu -mesala Sharon Stone-aynı zorluklarla karşılaşmış ve hepsi de kendince bir denge tutturmuş.
Beni en çok etkileyen örnek, Robin Wright-Penn, Sean Penn'in karısı, ki ben kendisini çok beğenirim, kocasına demiş ki, "sen çok iyi bir oyuncusun, ben de öyleyim; ancak ilgilenilmesi gereken bir evimiz ve bakılması gereken çocuklarımız var; o zaman ben yılın 9 ayı tam zamanlı anne olayım ama müsade et, 3 ay film yapayım, bu süre zarfında da sen tam zamanlı baba ol". Gel gör ki bu dengeyi kurmak ve devam ettirmek Robin Wright-Penn için hiç de kolay olmamış. Yılın 9 ayı, çok yoğun çalışan ve ona bu yüzden ona çok da destek veremeyen bir koca ile evli olması nedeniyle çocuklarını neredeyse tek başına büyütüyor olmanın yanı sıra, çok parlak bir kariyeri de, benim deyimimle, rölantiye almış. Üstüne üstlük bir de kendisine gelen çok cazip bir sürü teklifi reddetmek ve daha sonra başkalarının önce kendisine teklif edilmiş rollerle başarıdan başarıya koşmasını izlemek zorunda kalmış. Ama yine de "şikayet etmiyorum, bu benim seçimim, çünkü büyütülmesi gereken çocuklarım var ve onları oradan oraya sürükleyemem" diyor. Ama senede bir film de olsa yapmak zorunda hissediyor kendini çünkü kendi deyimiyle "bu onun kendini ifade etme şekli".
Geçen gün yazdığım bir yazıya Binnur'un bıraktığı yorumu ve benim yazdığım yazıya, onun da dediği gibi, çok paralel olan kendi yazısını okuyunca aklıma geldi bu belgesel ve Robin Wright-Penn. Binnur yazısında Robin Wright-Penn'in kendini ifade etme ve senede 3 ay da olsa çalışma isteğine, çok şahane bir şekilde, kadınların içlerinde büyüttükleri "kendini ifade etme ve kendi ayakları üzerinde durma" çiçekleri adını vermiş. Ve evlenip, çoluk çocuğa karışıp, bir evin annesi olduktan sonra da bu çiçeklerin nasıl da solmadığından, nasıl da sürekli açılıp saçılmak istediklerinden bahsetmiş.
Tüm bunları düşünür ve kendi yazımda da anlatmaya çalıştığım gibi, neden hem evimin annesi olayım hem de bir yandan onu da, şunu da bunu da yapayım, diye kendimi ümitsizce paraladığımı merak ederken, fark ettim ki, bir evin annesi olan tüm kadınların kaderi bu. Yani evlenip, çocuk doğurup, bir evin annesi olmak; kendini ifade etmek ve kendi ayakları üzerinde durmak arasında hassas, kurulması, korunması zor bir denge tutturmaya çalışmak. Ve bu durum evde kalıp evi ve çocuğu ile ilgilenmeyi seçenlerimiz için de, evin dışında bir yerlerde çalışanlarımız için de aynı. Dengenin ibresi bazılarımızda bir yöne, bazılarımız da ise diğer yöne doğru ağır basıyor; buna kimi zaman kişisel nedenler, kimi zaman mecburiyetler neden oluyor; ama netice aynı: kadınsanız, evinizin annesi olmak, kendinizi ifade etmek ve kendi ayaklarınız üzerinde durmak arasında bir denge kurmak zorundasınız.
Seneler önce, evlenmek ve çocuk sahibi olmak henüz bir hayal iken, bir arkadaşıma "ben çocuklarım için kariyerimi rölantiye alırım, kendimi böyle daha iyi hissederim" demiştim. Yani taa o zamanlar, ki o sırada henüz üniversitede idim ve kariyer derken neden bahsettiğimi bile bilmiyordum, içimde bir yerlerde, evlenip çocuğum olunca, ağırlığı evimin annesi olmaya vereceğimi biliyordum. Hatta galiba sırf rölantiye alınması mümkün olan bir kariyer olsun diye doktora yapmayı seçtim, evlendikten sonra çocuğum olana kadar, çocuğum olunca herşey hazır olsun, bir de dersle, sınavla ilgilenmek zorunda kalmayayım, evde oturup tezimi yazayım, hem de o sırada bebeğime bakayım diye, herkesin en az 3 senede bitirdiği işi ben 2 senede bitirdim. Canımı dişime taktım, soluk soluğa, başka hiçbir şeyle ilgilenmeden çalıştım bunu yapabilmek için.
Bebeğim olduktan sonra sandım ki herşey çok kolay olacak. Çok kısa bir süre içerisinde fark ettim ki, benim içimdeki kendini ifade etme ve kendi ayakları üzerinde durma çiçekleri solmamak için, hatta daha da çok açmak için çırpınıp duruyorlar. Bir yandan onları besleyeyim, bir yandan da kızımı derken, kendimi inanılmaz derecede yıpratıcı olan bir çıkmazda buldum. Hem sadece kızımla, evimle ilgileneyim istedim (çünkü daha fazlasına hemen cesaret edemedim, güç de bulamadım kendimde), hem de bunca zamandır büyüttüğüm çiçeklerimi soldurmaktan çok ama çok korktum.
Şimdi kızım neredeyse 2.5 yaşında. Ben kendimi ifade etmeme yardımcı olabilecek ne varsa ona saldırma halindeyim. Senelerce hiç üzerine gitmediğim ilgi alanlarımı ortaya çıkarıp, onları geliştireyim diye, bu yaştan sonra gece gündüz mesai yapıyorum. Çok yoruluyorum. Bedenen ve ruhen. Sürekli birşeyler için çabalamak mahvediyor beni. Tabii bir de kendi ayaklarım üzerinde durmamı sağlayacak doktora tezim var ki, ona daha sıra gelemedi bile. Bu kadar şeyin arasına onu nasıl sıkıştıracağımı düşünmekle meşgulüm şu an.
Peki neden bu kadar uğraşıyorum, neden bu kadar uğraşıyoruz hepimiz? Mutlu olmak için tabii ki. Günün sonunda "ben de bugün şunu yaptım" diyebilmek için, kendi kişiliğimizi koruyabilmek ama bir yandan da başka bir insanın büyümesine aracı olmak, hayat arkadaşlarımızla huzurlu bir hayatı paylaşabilmek için. Çünkü, ne yazık ki mi yoksa ne mutlu ki mi desem karar veremedim, yuvayı gerçekten de dişi kuş yapıyor ama bu kuş bir yandan da kendine ait bir hayatı da olsun istiyor.
Evli ama henüz anne olmamış o yüzden de "bir evin annesi" kategorisine koymadığım bir arkadaşım bana ben işimi gücümü bırakıp da kızıma bakmaya karar verdim diye "sen de başarılı mısın, hırslı mısın, anlamadım" demişti. Yani benim bunca emek verdiğim, hasbel kader başarılı da olduğum herşeyi silip bir evin annesi olmayı seçmemi anlamadığını ve benim bunca çabama, senelerce bu kadar çok çalışmama rağmen, sonunda başarısız olduğumu ima etmiş, "nereye gitti o senin meşhur hırsın" demeye getirmişti.
Ben ise arkadaşıma senelerce bu bulunduğum noktaya gelebilmek için o kadar çok çalıştığımı, kurduğum dengeyi koruyabilmek için hala aynı hırs ve istekle çalışmaya devam ettiğimi, benim için asıl başarının bu dengenin bozulmaması demek olduğunu söyleyemedim. Henüz anlamayacağını bildiğimden.
Umarım herkes kendi hayatında, kendi seçimlerinde, kendi kurduğu dengesinde mutlu olur. Bu mutluluğu elde etmek de sürdürmek de hiç kolay değil çünkü. Zaman zaman vazgeçmek, herşeyi bırakıp gitmek istiyor insan. O zaman da iş inşallah anlayışlı ve size destek çıkmaktan gocunmayan hayat arkadaşınıza düşüyor.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
2 comments:
Sevgili Nihan
şu dönem hayatımı daha da karısık bir hale sokamk icin bir den cok seye el atmıs durumdayım. hem evde üretim hem dısarda üretim.
Neye neyi ispat etme ugrasındayyım bilmiyroum ama bildigim birsey var ki o da benim gibi , senin gibi çok adın oldugu.. biz, yeni nesil kadınları böyle yetistirildik. sanırım baska turlu bir hayat suremeyecegiz. hep arafta olacagız.
bu durumu kabullenmek gerek. Biz tek bir yerde mutlu olamayacagız. Sadece evde olursak aklımız dısarda, dısarda olursak da evde kalacak. çünkü biz aznneyiz ve artık hayatımız ikiye bölündü.
YAzın çok içten. Ve cok tanıdık. Daha evel de dediğim gibi ...
- önceki yorumunu da gördüm blogumda gerci ama zamansızdım cevap yazamadım. kusura bakma. hep beklerim. ama arada bana yazılarını bildirirsen daha cok sevinirim. es gecmem.
sevgiler
Haklisin Binnur, bizi bu arafta olma durumu mutlu ediyor. Ama bunu herkes acik acik itiraf etmiyor biliyor musun, o yuzden benim gibi (yani senin gibi) olan birine rastlayinca seviniyorum...
Post a Comment